Her ne kadar yeni neslin getirileri ya da hayatın olağan akışı olarak değerlendirilse de günümüzde dil öğrenmek diye bahsettiğimiz yapının doğrusu dil edinmektir. Dil bir yetenektir ve bu durum onun edinim eylemi ile bütünleştiğinin kanıtıdır. İngilizce ya da bir başka yabancı dili öğrenmeye çalıştığımız için yapıyoruzdur belki de en büyük yanlışı, edinmek gerek. Çünkü edinmek ile bahsettiğimiz başarı aslında tam olarak yeni dil ile bütünleşip kendi anadilimizden tamamen sıyrıldığımız paydadadır.
Yeni bir dil edinme aşamasında birçok uzman tarafından desteklenen bir yöntem olan anadil döngüsüyle kazanımdan bahsetmek istiyorum. Edinim sürecinin en görkemli noktası maruz kalmaktır. Birçok insanın İngilizce öğrenmek amacıyla İngilizce anadilli ülkelere seyahat ettiğini ve belirli bir süreden sonra döndüğünde dili edindiğine şahit oluyoruz. Bu anadil döngüsüyle edinimin en basit örneklerindendir. Gittiği bölgede kişi yeni dile maruz kalmış ve iletişim kurmak için o dili kullanma zorundalığını tatmıştır ve dili dört ana temelde (okuyarak, dinleyerek, yazarak ve konuşarak) öğrenmiştir. Tam anlamıyla duyarak, taklit ederek, görerek kazandığımız bir iletişim aracından bahsediyorum, tıpkı bebeklik döneminde anadilimiz olan Türkçe dilini kazandığımız gibi. Demem o ki, anadilimiz haricindeki bir dili edinmenin en kalıcı yolu tıpkı bebeklik ve çocukluk dönemimizde yaptığımız gibi görerek, işiterek, taklit ederek ve yazmaya çalışarak deneyimlemedir. ‘’Günde 3-6 saat grammar (dilbilgisi) çalışıyorum.’’ ya da ‘’Kelime ezberim çok iyi aslında.’’ gibi cümleler mevcut edinim düzeyimizle havada kalıyor. Farklı bir dili edinmek istiyorsak, hayatımızın her alanında o dili yaşatmamız lazım. Kısacası, dilin asıl işlevini yerine getirmek için dili öğrenirsek, daha başarılı oluyoruz.