Ergenlik dönemi, çocukluk döneminde fiziksel ve duygusal değişimlerle başlayıp kendilerini cinsel, içsel ve sosyal açıdan tanıyarak devam ettikleri, birey olma serüvenini içeren bir dönem olarak tanımlanmaktadır. Bu dönem genç bireylerin kendini bir çok açıdan keşfettiği bir geçiş evresidir.
Ergenlik dönemi, kendi içerisinde erken, orta ve geç ergenlik olarak dönemlere ayrılmaktadır. Erken ergenlik dönemi 12-14 yaş aralığını kapsamaktadır. Fiziksel olarak hızlı bir değişim yaşamaya başlayan bireyler, yeni görüntüsüne alışmaya çalışır. Zaman zaman bu yeni bedenin içerisinde kendisini yabancı gibi hisseden bireyler içsel çatışmalar yaşayabilmektedir. 15-18 yaş aralığını kapsayan orta ergenlik döneminde ise somut düşünme evresi tamamlanmış ve soyut düşünme, algılama ve anlamlandırma yetenekleri atmıştır. Bu dönemde kendi kimliklerini de tanıyan bireylerde dürtü yoğunlaşması ile birlikte farklı sorunlarla baş etmeleri gerekebilir. Her birey bu evrede farklı sorunlarla karşılaşabilir. Geç ergenlik dönemi ise; 18 yaş üstü ve 20’li yaşları da içerisine alan dönemdir. Bu dönemde bireyler belli bir psikolojik olgunluğa erişmiş, toplum içerisinde beli rolleri ve sorumlulukları alarak kimlik duygusu geliştirirler.
Bu dönem bireylerinin bazı genel özellikleri şu şekilde sıralanabilir:
Anne – babadan değişik olmak onları bir boşluğa itebilir. Bu boşluğu arkadaşlarıyla doldurmak isteyebilirler.
Grupta kabul görmek için aykırı davranışlarda bulunabilirler.
Odasına karışılmasından hiç hoşlanmazlarlar.
Anne – babayı eleştirebilirler.
Anne – babanın uyarılarına ani ve ters tepkiler verebilirler.
Anne – babanın hoşuna gitmeyecek davranışları yapmakta ısrarcı olabilirler.
Yüksek sesli müzik dinlemekten keyif almaya başlayabilirler.
Biz de ergen olduk ama hiç böyle değildik dediğinizi duyar gibiyim. Fakat yaşanılan çağın, aile yapısının, yaklaşım tarzının bile bireysel farklılıkların oluşmasına neden olduğu göz önünde bulundurulmalıdır ve her durum kendi zaman olgusunda değerlendilmelidir. Bu noktada ebeveynlere düşen rol, sınırların yumuşak ifadeler kullanılarak net bir şekilde çizilmesidir. Bunun yanısıra çocuğunuzun eskisinden farklı bir birey olduğunu kabullenerek, çocuğunuza karşı iyi bir dinleyici olmanız; yorum yapmadan, sözünü kesmeden, nasihat etmeden, göz teması kurarak dinlemeniz ve ‘’sen’’ dili değil, duygularınızı da ifade eden bir ‘’ben’’ dili kullanıyor olmanız aranızdaki iletişimin sevgiye dayalı kurulması ve güçlenmesi açısından önem taşımaktadır. Unutmayalım ki renklerin en güzel tonu sevgi, sevginin en güzel tonu çocuklarımızdır.